Yazı – 7
Geçenlerde Riyad’da bir iş sonrası boş günümüzde çöle gitmiş ATV’ler ile off road yapıp, keyif çığlıkları atarken düşündüm ve “Eğlence sektörü, eğlenme sektörü değil” derken mesleğime biraz haksızlık ettiğimi hissettim.
İtiraf etmem lazım, mesleğim beni bazen çok eğlendirdi. Normal şartlarda içinde bulunmamın mümkün olmadığı ortamlara soktu. “Ne işim var lan benim burada?” dediğim “Ahhahaha, bu gerçekten oluyor mu?” diye düşündüğüm bir çok an oldu. Hepsi bizi çok eğlendirdi.
Bir gün sahnenin arkasında kamyon kasasında yemek yerken ertesi akşam çalıştığım sanatçı onuruna Israil’deki Türk konsolosluğunda verilen yemekte devlet erkânı ve çok VIP bazı insanlar ile yemek yerken buldum kendimi. Ben her zaman kendimi gayri resmî bir insan olarak gördüğümden bu ortamlarda kendimi hep uzaylı gibi hissettim ve çokça da komik geldi bu durum bana.
Mesela, 2004 Senesinde 30 Ağustos törenleri için Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Sertab’a bir teklif yapılmıştı. Aynı gün içinde Ankara’da iki ordu evinde birer konser yapılması istenmişti.
Konuyla ilgili menajerlik tarafından bana organizasyon sorumlusu olarak Necati Bey diye birinin ismi verilmişti. Telefonda arada bir konuşuyor, operasyonun detayları hakkında fikir alışverişinde bulunuyorduk kendisiyle.
Sonra bir gün Necati Bey bana şöyle dedi:
- Serol Bey, mümkünse bir toplantı yapalım, bütün birimleri çağıralım ve bir çok noktayı beraberce aydınlatalım.
- Tabii, olur, ne zaman?
- Perşembe günü 3 nasıl?
- Uygun tabii, nerede yapalım?
- Burada, Genel Kurmay’da.
Adam Ankara’ya çağırıyor toplantıya bizi o rahatlıkla. Tamam Necati Bey deyip kapadım telefonu. Neticede biz Genel Kurmay Başkanlığına toplantıya gidiyoruz. Ses ile ilgili konuşulacak çok konumuz var. O yüzden yanıma Sertab’ın o zamanki teknisyenleri Alp Turaç ve Tayfun Öksüz’ü de alıyorum.
Alp’le konuşuyoruz, “Nasıl gitsek?” diye. O zamanlar Mercedes Vito’lar yeni çıkmış. Turneler için kiraladığımız arabalardan birini kiralıyoruz. Kendimiz kullanacağız. Benim saçlarım mohawk, yanları kazınmış durumda. O yüzden kafamda kasketle gidiyorum. Alp Turaç bermuda şort ile gelmiş. Tayfun’un üzerinde kot ve t-shirt var. Kimse nasıl bir ortama gittiğimiz konusunu hiç irdelememiş. Sabah Ankara’ya yola çıkıyoruz. Kamyoncu lokantalarından birinde mola veriyoruz. Yolda iki tane otostopçuyu alıp Konya yoluna bırakıyoruz. Fakat yol beklediğimizden uzun sürüyor ve geç kalacağız.
Arıyorum Necati Bey’i, bin bir özür diliyorum. Anlayışla karşılıyor. Problem olmadığını söylüyor.
Biz 15:30 civarı yarım saatlik gecikmeyle Genel Kurmay Başkanlığı’nın kapısına geliyoruz. Kapıdaki görevli “hayırdır birader” diyor haliyle. Toplantımız olduğunu ve beklendiğimizi anlatıyorum. Kiminle diyor. “Necati Bey ile”, “Hangi Necati Bey?” diyor. Necati Özbahadır deyince adamın yüzü Çarşamba pazarına dönüyor, sonra hazır ola geçme ifadesi beliriyor. Eliyle ilerden bize doğru koşmakta olan, Tayfun’un (aramızda tek askerlik yapmış olan kendisi olduğu için) bana binbaşı olduğunu söylediği bir adamı gösteriyor sadece.
Binbaşı geliyor, “arabayı hemen şuraya park edin ve benimle gelin” diyor. Adam önümüze düşüyor, koridorlarda yürümeye başlıyoruz. GENEL KURMAY BAŞKANLIĞINDAYIZ!
Acayip bir ortam. Aval aval etrafımıza bakarak hızlıca yürüyoruz. Koridorlardan , kapılardan geçerek bir kapıya geliyoruz. Binbaşı bizi kapıda bırakıp içeriye buyur ediyor.
İçeride hilal seklinde bir toplantı masası. Masanın en ortasında göğsünde ve omuzlarında galaksiyi komple taşıyan bir adam, onun sağında ve solunda 3’er, 4’er tane daha resmi üniformalı ve yine yoğun yıldızlı bazı askerler ve sonrasında hilalin uçlarına doğru bazı siviller ve bir tane boş sandalye bulunuyor. Bu masanın etrafında da duvar kenarında da sandalyeler var. Bunlarda da boşlar var. Beni masadaki bos sandalyeye buyur ediyorlar. Alp ve Tayfun yandaki sandalyelere oturuyorlar.
En ortadaki galaksi sahibi adam konuşuyor.
- Herkese merhaba, Hep beraber bir operasyon gerçekleştireceğiz. Gördüğünüz gibi her birimden yetkililer burada. Resmi askerler de var, siviller de var. (askerlere dönerek) Siz sivil dünyanın huyunu suyunu, işleyişini bilmezsiniz. (biz sivillere dönerek) Siz de bizimkini bilmezsiniz. O yüzden toplantıya başlamadan önce herkes ismini ve ne işle meşgul olduğunu bir kere söylesin, kim kiminle dans ediyor bilsin! (yüzünde müstehzi bir ifade ile)
Ben başlayayım. Ben Personel Daire Başkanı, Tümgeneral Ömer Necati Özbahadır.
- (hemen sağındaki) Kurmay Yarbay ..... ....... .....! (başka kimsenin ismini hatırlamıyorum çünkü sanırım beynim uyuşmuş durumda)
- (hemen solundaki) Kurmay Yarbay ..... ......!
- (sırayla bir sağdan bir soldan) Kurmay Albay.... ....!
- Kurmay Albay..... ......!
- (sivillere gelince) TRT Genel ..... Yönetmeni ..... ........!
- (sıra bana geliyor en son) Sertab Erener Prodüksiyon Amiri!
Lafımın sonuna doğru sesim biraz incelerek cümleyi zar zor bitiriyorum.
Yani öğrendik ki benim sürekli Necati Bey diye konuştuğum kişi aslında bir Tümgeneral. Yani askerlik yapsam yanına 1.000 metreden fazla yaklaşmam mümkün olmayan biri. Bir de üstüne üstlük personel daire başkanı. Canı kimi nereye istiyorsa, oraya gönderir!
Toplantı başladı. Konular teker teker masaya yatırılıyor. Fakat yaptıkları planlar genel olarak canlı müzik için uyumlu değil. “O öyle olmaz, onu oraya koyamayız” gibi yorumlarda bulunuyoruz. General ile aramızda sıkı bir muhabbet oluştu. Bir noktada artık iki yanındaki yarbayları kaldırmış, bir tarafına beni bir tarafına Tayfunu oturtmuştu. Saha planı üzerinde neyi nereye koyacağımızı tartışıyoruz. Tayfun askerlik yapmış biri olarak konuya hakim. Adama sürekli komutanım diyor. Ben Necati Bey’de ısrarcıyım. O saatten sonra değiştirmekten bir nevi utanç duyuyorum. Fakat muhabbetimiz hayli ilerlemiş durumda.
Adam bir şey istiyor, “mümkün değil, yapamayız” diyorum. Etraftaki diğer resmi üniformalılar “nasıl lan!” der gibi bakıyorlar bana. Küpelerimden gözlerini alabildikleri zaman gözüme de bakabiliyorlar.
Sazı eline alan Tayfun ‘Komutanım bak simdi!” gibi cümlelere başlıyor, adamın, kalemliğinden bir tane kalem çekip, önündeki kâğıdı da kendi önüne çekip, yazıp çizmeye başlıyor. Etraftaki diğer askerlerin gözleri kocaman kocaman oluyor cüretkârlığımıza.
Silahlı kuvvetler enteresan bir organizasyon. Bu toplantı sonrasında sanırım hayatımdaki en problemsiz işlerden birini yapmıştık. Sistem tıkır tıkır işliyor. 5 Adam lazım diyorsun. Bir tabur asker gönderiyorlar.
Toplantının bir noktasında General, “haydi sahaya, keşfe inelim” diyor. Bütün ekip kalkıyoruz. Aşağıya iniliyor. Sahnenin yeri konuşuluyor.
Sahnenin nereye oturabileceğini göstermek için bir köşesinde ben duruyorum, bir köşesine Tayfun geçiyor. Bir köşesine Alp. Bu civarda bir ölçü Necati Bey diyorum. Adam “böyle olmaz yahu. Kazık ve ip getirsinler de işaretleyelim yeri” diyor ve bu cümlesinin bitmesiyle karşıdan bize doğru bir askerin koşması bir oluyor! Elinde 4 adet tahta kazık var ve biraz ip. Kazıklar toprağa saplanacak noktalarına kadar kırmızı boyalı. İnanılmaz!
Sahnenin yerine göre Genel Kurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanının nerede oturacağına bakılıyor. Tayfun kendini aşıyor bir noktada.
- Komutanım, Cumhurbaşkanını buraya oturtacağım diyorsun! BAK! Karşısı gökdelen dolu. Bir tane sniper koysalar oraya TIK. Gitti adam, diyor.
Kahkahalara boğuluyor general!
- Hahha hahhaaha, Hay kaynanan kudursun!
Bu sefer sene sanırım 2010. Arkadaşlarla bir kafede otururken telefonum çaldı. GNL’den Alp Çağrı Günal arıyordu. Çağrı benim Ahmet San Productions döneminde yetkilimdi. O zamandan beri birlikte türlü işler yapmıştık ve bir süre Amerika’daki GNL şubesini yönetmiştim. O dönemde bir gün telefonu çaldı.
- Selam Serol, nasılsın, neredesin?
- Selam abi, iyidir. Los Angeles’tayım.
- Aaa süper!
- Neden?
- Haftaya Costa Rica’ya gidebilir misin?
- Ağzından bal damlıyor! Ne yapılacak?
- Daha da iyi, dur! Pamela Anderson’la reklam çekeceğiz!
Çağrı “tamam seni e-mail ortamında ekiple tanıştıracağım” deyip kapadı. Arkadaşlarıma dönüp şöyle dedim: Haftaya Costa Rica’ya gidiyorum. Pamela Anderson’la!
E-mail geldi. Bütün yazışmayı okudum. Reklam çekiminde Pamela’nın giyeceği mayolar konuşuluyor. Agent en son e-mail’inde bu “bu şekilde olmayacak, siz en iyisi, bu hafta sonu Pam’e bir gidin, elindeki mayoları göstersin” Bu konuşmadan 48 saat sonra Malibu’da Pamela Anderson’ın evindeyim. Pamela düşündüğü mayoları bize gösteriyor. Yan odaya girip bir mayo giyip çıkıyor, hepimiz fikrimizi söylüyoruz, girip başka bir tane daha giyiyor.
Ben bir noktada (nasıl havaya girdiysem):
- Hey Pam, can you please put the pink one back on? It looked gorgeuos on you darling!
Ankara’da hemen Eurovision birinciliği ertesinde bir konser yapmıştık. Şura salonunda. Dönem itibari ile devlet erkânının gözdesi Sertab. Konsere dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de eşiyle katıldı.
Konser sonrası Kulise doğru hızla giderken, birden bir güvenlik tarafından durduruldum. Tam “ben, görevliyi...” derken koridorda Ahmet Necdet Sezer ve Eşi belirdi. Sertab’ın odasından, tebrikleşmeden çıkmışlar. Bana doğru geliyorlar.
Ben iyice köşeye doğru çekildim ki geçsinler. Adam tam geçerken birden durup bana döndü,
- Siz... ekipten değil misiniz? Hatırlıyorum sizi!
- Evet efendim.
- Çok tebrik ederim. Riga’da göğsümüzü kabarttınız!
Karı koca, tek tek elimi sıkıyorlar. Beni hatırlamasına inanamıyorum. Yola devam edip Sertab’ın odasına giriyorum. Olayı anlatıyorum. Çok gülüyorlar. “Bu t-shirt’le mi tokalaştın Cumhurbaşkanı ile” diyorlar. ?!? Aynaya bir bakıyorum. Üzerimdeki t-shirt en az yüzüm kadar kırmızı ve üzerinde Coca-Cola logosuyla şakalı Cocain yazıyor kocaman.